Haftanın Kitapları: 08.09.2011

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Gustavo Mercado

Sinemacının Gözü

çev. Selçuk Taylaner

Hil Yayın, 2011,

büyük boy, 207 s.

Kompozisyon kurallarında odaklanan ve bu anlamda teknik yönü ağır basan bir sinema kitabı Gustavo Mercado’nun çalışması, ama sinemayı izlemek kadar okumaya da düşkün olanlar için yeni bir bakış açısı kazandıracak nitelikte. Çok sayıda iyi bilinen filmden alınmış kareler üzerinde ayrıntılı açıklamalarla sinemasal anlatımda kullanılan planları, tasarımları aktaran yazar, aynı zamanda bu kuralların yıkımıyla oluşturulacak özgün sinema dilinin de örneklerini veriyor.

Örneğin Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filminden de bir kare alınmış kitaba; Yavuz Bingöl’ün canlandırdığı Eyüp karakterini “baş planı” çerçevesinde gördüğümüz bir kare bu. Gustavo Mercado, öncelikle, baş planının ne olduğunu açıklıyor kısaca: “Baş planı, izleyiciyle ilişki kurmak adına görsel anlatıda kullanılan en güçlü planlardan biridir ve filmlere duyduğumuz sevgiden büyük ölçüde sorumludur. Bir insanı görüntülemek için kullanıldığında temel hedefi, izleyicinin küçük davranış ve duygu ayrıntılarını görebilmesini sağlamaktır; bunun için de kompozisyonu dikkat dağıtma olasılığı olan konu dışı görsel unsurları dışarıda bırakacak veya gizleyecek biçimde düzenlemek gerekir. Alan derinliği, odak uzunluğu, ışıklandırma ve kompozisyon, izleyiciyle karakter arasında samimi bir yakınlık duygusu yaratmak için özenle düzenlenmelidir.” Bu bilgileri aktardıktan sonra yazar, etkili bir politikacı olan patronunun yaptığı trafik kazasında yüklüce bir para karşılığı suçu üzerine almayı kabul eden Eyüp’ü gösteren karenin neden başarılı olduğunu çizimlerle ayrıntılandırmış. Eyüp’ün yüzünden hangi ruh durumunun yansıdığının tam olarak belirlenemiyor oluşuyla, bu kargaşanın yaratılmasında baş planının etkisi açıkça görülüyor. Bu sayfaların hemen ardından, “kuralları yıkmak” başlığı altında, baş planını diğer tüm koşullarını yerine getirerek ama tek bir koşulda kurala uymayarak kullanan bir başka yönetmenin filminden bir kare karşılıyor bizi; Quentin Tarantino’nun Ucuz Roman filmindeki Marsellus’un (Ving Rhames) giriş planı. “Yönetmen, baş planının yapması gerekeni bir yandan kullanırken, bir yandan da oyuncudaki davranış ve duygu farklarını izleyicinin algılamasını sağlayacak unsurları bile bile gizleyerek onu altüst ediyor,” diye yazmış Gustavo Mercado, çünkü söz konusu karede Marsellus’un yalnızca ensesini, oradaki yara bandını fark edebiliyoruz. Kaçınılmaz soru ise; adamın ensesinde neden yara bandı var?

Gustavo Mercado diğer planları da (bel planı, diz planı, boy planı, genel plan, öznel plan vd) aynı yapı çerçevesinde tek tek ele almış kitap boyunca; bu farklılıklar elbette yönetmenlerin sinema dilleri arasındaki farklılıkları da vurguluyor (Nuri Bilge Ceylan ve Tarantino örneğinde olduğu gibi).

Son aylarda yayımlanmış sinema kitapları içerisinde kuşkusuz dikkate değer bir çalışma Sinemacının Gözü, ancak kitabın sayfalarını çevirirken biraz hassas davranmakta fayda var!

Robert J. Sawyer

Humans: İnsanlar

çev. Okan Özler

Abis Yayınları, 2011, 383 s.

Humans: İnsanlar, özellikle Flashforward isimli televizyon dizisinin uyarladığı kitabın yazarı olarak tanıdığımız Robert J. Sawyer’ı ait. Daha doğrusu, yazarın Neanderthal Parallax ismini verdiği üçlemesinin ikinci kitabı... İlk kitap Hominids: İnsansılar yayımlandığında da burada bahsetmiştik. Kısaca hatırlarsak; Sawyer, özellikle son dönemde popülerliği artan, romanlarda, televizyon dizilerinde ve filmlerde sıklıkla rastlamaya başladığımız bir temel olan paralel evrenler üstüne kurmuştu hikâyesini. İki “insan türü” anlatılıyordu; bir tarafta “bizim” oluşturduğumuz medeniyet vardı, diğer tarafta da Neanderthal medeniyeti yer alıyordu. Neanderthal bir fizikçi olan Ponter Boddit’in, bir deney esnasında farkında olmadan iki dünya arasındaki engeli aşıp kendisini bir anda bizim dünyamızın içinde, Kanada’da bulmasıyla başlayan olaylar bu iki paralel evren ekseninde ilerliyordu.

İlk kitapta genellikle iki dünya arasındaki farklılıklarda odaklanan hikâye, ikinci kitapta da elbette kaldığı yerden devam ediyor. Ancak bu sefer, iki dünya arasında çok daha sağlam köprülerin kurulduğunu söyleyebiliriz!

Howard Gordon

Gideon’un Savaşı

çev. Ayşe Başçı

Remzi Kitabevi, 2011, 352 s.

Howard Gordon ismini de, bazı başka dizilerin sıkı takipçileri hatırlayacaktır mutlaka.  Bir dönem televizyonda oldukça ilgi görmüş olan 24 dizisinden örneğin; yapımcı ve senaryo yazarı olan Howard Gordon’un ismi, 24 dizisinde yazar ve yönetmen olarak görünmüştü. Üstelik yalnızca 24 dizisinden değil, onu Buffy, Angel, X-Files gibi yine iyi bilinen dizilerden de tanıyoruz. Ancak bu sefer bir roman yazarı olarak karşımıza çıktı... Eğer bu romanı diziler ekseninde değerlendireceksek, diğerlerine nazaran 24 dizisini ön plana çıkarmamız gerekiyor; bunun sebebi ise, romanın konusunun Buffy, Angel ya da X-Files’tan çok 24 dizisine, bir başka deyişle Jack Bauer’in maceralarına yakın olması... Birleşmiş Milletler’de görevli Gideon Davis karakterinin hem kendi geçmişiyle yüzleşmesi hem de ortadaki komployu tek başına çözmeye çalışması, kaçınılmaz olarak 24 dizisini ve Jack Bauer’i akıllara getirecektir.

Jesse Ball

Sağırlık

çev. Berrak Göçer

Everest Yayınları, 2011, 333 s.

“Sabah yürüyüşe çıkılırsa olacağı buydu. Evinden çıkan herkes başına gelecekleri hak etmiş demektir.” Romandaki bu cümle, kahramanımız James Sim’in başına gelenleri özetler nitelikte... James Sim, bir pazar sabahı parkta yere kıvrılmış yatan bir adamın yanına yanaştığında, o adamın göğsünden bıçaklanmış olduğunu fark eder ve bu adam son nefesinde kendisine Samedi diye bir isim fısıldar; edindiği bu bilgi kahramanımız James Sim’i bir labirentin içine sürükler... Aslında böylesi bir başlangıç, bir polisiyenin habercisi gibi görünmekle birlikte, tam anlamıyla bir polisiye diye niteleyemeyiz Sağırlık’ı. Evet James Sim edindiği bu bilginin peşinden araştırmalara başlar belki ama sonrasında esrarengiz bir genç kadının olaylara dahil olmasıyla ve peşine düştüğü komplonun hazırlayıcıları tarafından garip bir binaya hapsedilmesiyle romanın tür olarak belli kalıplara sığdıralamayacağını da anlarız. Hatta kitabın arka kapağındaki şu tanıtım cümlesi, her şeyi açıklıyor: “Bir Lewis Carroll öyküsü ya da bir David Lynch filmi gibi.” Gerçekten de, belki de en doğrusu bu şekilde tanımlamak Sağırlık’ı. Kahramanın bir anlamda hapsedildiği o söz konusu garip binanın labirentvari yapısına benzer bir yapıya sahip roman. Kapak tasarımı da bunu açıkça belli ediyor zaten. Belki kısaca şöyle diyebiliriz; ya çok sevilecek ya da hiç beğenilmeyecek bir roman; ki bu da önemli bir özellik.

John Brandon

Sığınak

çev. Merve Sevtap Ilgın

Siren Yayınları, 2011, 254 s.

Güney gotiği olarak adlandırılan tarzın çağdaş bir örneği Sığınak. Kimi yazarların, köken olarak Amerika’nın güney eyaletlerinden (Lousiana, Mississippi, Georgia gibi) gelen yazarların nereye varacağı kolay kestirilemeyen, netameli bir atmosfere sahip, grotesk bir çerçeve içerisinde o coğrafyayı, o topraklar üzerindeki insanları, sıradan insanları ve yaşamı aktardıkları eserleri “Güney Gotiği” olarak adlandırılan bir akım içinde anılyor. Bu akımın temsilcileri olarak örneğin William Faulkner, Tennessee Williams, John Kennedy Toole, Cormac McCarthy, Truman Capote ve Flannery O’Connor gibi isimler sayılır. John Brandon da hikâyesini Florida kırsalının ışıltısız coğrafyasında konumlandırmış; kısaca, bir gerilim romanı Sığınak.

John Grisham

Küçük Avukat

çev. Şefika Kamcez

Remzi Kitabevi, 2011, 206 s.

Theodore Boone’un, hem annesinin hem de babasının avukat olmasının etkisiyle hayallerini avukatlık mesleği süslemektedir. Sınıf arkadaşlarının çoğunun hayalinde önemli maçlara, konserlere bilet bulmak ya da itfaiyeci, pilot olmak varken Theodore Boone (kısaca Theo) ise büyük davalara girme peşindedir. Theo’nun on üç yaşında olması resmi olarak avukatlık yapmasını imkânsız kılsa da daha şimdiden birçok müvekkile sahiptir. Okul arkadaşlarının karşılaştıkları problemler konusunda onlara danışmanlık yapmaktadır. O sıralarda yaşadıkları yer, bir cinayet davasıyla çalkalanmaktadır. Tam da dava sürecinde ilerleme kaydedildiği sırada Theo, davanın seyrini değiştirecek bir bilgi edinir ve bir anda kendisini bu cinayet davasının ortasında bulur. Ya katil kusursuz bir cinayetten paçayı sıyıracak ya da Theo araya girerek davayı tam ters yönde etkileyecektir...

Türkçe baskının herhangi bir yerinde böyle bir ifade yer almıyor ama şimdiye kadar hep yetişkinlere yönelik –avukatların, hâkimlerin, çeşitli çetrefilli davaların başrolde olduğu– romanlar yazan Grisham, Küçük Avukat’la 9-12 yaş grubuna hitap ediyor.